4 Eylül 2015 Cuma

GARİPÇE KÖYÜ

Istanbul'un kalabalığından kaçıp,nereye gidelim diye düşünürken kendimizi Garipçe'de bulduk.Garipçe Köyü; Sarıyer'e 10 km mesafede,Koç Üniversitesi'nin biraz ilerisinde,Rumelikavağı ile Rumelifeneri'nin arasında küçük bir köy.Geçim kaynağı balıkçılık olmakla beraber hayvancılık da yapılıyor.
Üçüncü Boğaz Köprüsü'nün Avrupa ayağı, köyün güneyindeki Garipçe Burnunda yapılıyor.
Garipçe'ye giderken ormanın içinden geçiyor,yeşilliklerin kokusunu duyuyor,oksijeni damarlarınızda hissediyor,otlayan inekler,koyunlar görüyorsunuz, insan kendini İstanbul'da değil de başka bir yerde hissediyor. Dağların arasından geçtik ve sonunda kıyıda olan köyümüze kavuştuk.Açıkça söylemek gerekirse Garipçe'ye çok büyük bir beklenti içinde gitmeyin çünkü köyün denize olan kıyısı çok küçük, zaten iki restoran var.Buraya geliyorsanız bu iki restorandan bir yere oturacaksınız,''öyle kafesi'' vardır,''çayımı içer,dinlenirim''diye gelmeyin buraya.Çünkü öyle kafesi falan yok,ya kahvaltıya ya da balık yemeye gelebilirsiniz.



Köyün sahilinde gözünüze çarpan ilk restoran "Aydın Balık" tabii haliyle hemen oraya oturuyorsunuz.Biz de Aydın Balık'a oturduk ama gelin görün ki masa örtülerinin üzerinde lekeler,kırıntılar,yırtıklar  var ve işletme sahibinin umrunda bile değil.Ben masaya oturunca şok oldum, orada hayatta yemek yiyemezdim ama arkamı döndüğümde örtüleri çok şirin bir restoran daha vardı orası da "size ait mi" diye sordum.Oranın kendilerine ait olmadıklarını söyledi tabi hemen kalktık ve şirin masaları,en önemlisi tertemiz masaları olan o restorana geçtik.Size bunu uzun uzun açıklamam gerek çünkü,Aydın Balık'ın arkasında kalan Qarip adlı restoran arkada olduğu için gözükmüyor, yanlış tercih yapıp sakın ama sakın Aydın Balık'a oturmayın,arkasındaki Qarip Restoran'a oturun,inanın çok ama çok memnun kalcaksınız.

Peki Qarip Restoran'da ne yedik,ne içtik? 
Ortaya çoban salata aldık,yanında peynir ve tereyağı getirdiler,balıktan yana terciğimiz deniz levreği oldu 1 kg'lık deniz levreği 80 lira,seçtiğimiz deniz levreği lezzetliydi,çok güzel pişmişti,yanındaki çoban salatanın domatesin ve salatalığın kokusu buram buram uzaktan bile geliyordu.Insan seviniyor organik olduğunu bilince,yiyince :)



Garipçe'de bu iki restoranda da alkol yok,bence iyi ki de yok çünkü buraya gelen çoğu kişi arabayla geliyor ve yollar virajlı,dağdan tepeden geçiyorsunuz,alkol olmaması memnun edici:)
Iki restoran da denize sıfır,hatta öyle ki denizin dalgaları üstünüze gelip sizi bile ıslatıyor:)
Kısacası sessiz,sakin,huzurlu bir akşam yemeği yedik :)
Hava karardı,karanlık iyice çöktü,kalabalık,gürültülü Istanbul'a gitme vakti geldi.
Tam arabamıza bindik,dikkatimi köyün girişimdeki küçük bir kulübe çekti,kapısında ev yapımı reçeller,ekmekler vardı,hepsinden tattık,hepsi de çok güzeldi,en güzeli ev yapımı fındık ezmesiydi,satışı yapan genç bir kızdı,bunların hepsini annesinin yaptığını söyledi.


Böylece Garipçe'den elimiz boş dönmedik,birkaç organik,lezzetli şeyler aldık,buraya uğramadan gelmeyin derim:)
Bir başka yazımızda buluşmak dileğiyle:) 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder